14 Mart 2012 Çarşamba

Kendini bulmak çağı bulmaktır, kendini deşmek çağı deşmek, kendini anlamak çağı anlamaktır,İslamı bulmak,anlamak kendinibulmak kendini anlamak çağı bulmak ve çağı anlamaktır..İnsan bilebilse kendini hakikatiyle, sorgulasa bu iki kapılı handaki bulunuş nedenini hakikati ile anlamış olacaktır.Hakikat Hakikat Hakikat...Ahhhh ahh ne büyük bir kelime...Eşyanın Hakikati...Hadiselerin Hakikati...Osman Yüksel Serdengeçti'nin şiirinde büyük bir arzu ile vurguladığı o istek...
İstiyorum yeniden bir hilkat istiyorum
Ne hayal ne kuruntu hakikat istiyorum
Hakikat hakikat hakikat istiyorum...
İnsan dışarısındakilerle çatışırken  kendi ile mücadele ediyor birde...Allah'ın büyük hikmetleri...Güç yetirilemeyecek, akıl sır erdirilemeyecek sonsuz yaradışları...Hiçbir benzeri, eşi ve dengi olmayan müthiş kudretli yaratıcı...Rab...Onu tarif ederken yani kelimelerle, ancak onun ilahlık sıfatları ile tarfi edebiliyoruz....Ona duayı hak ettiklerimizle değil O'nun rahmeti ile vermekte ki büyüklüğünden ediyoruz....
Ben bir ressam olsaydım sahip olduğum işim yerine, gök çizemezdim...Bunu hissediyorum...onun için intiharlı şairin şiiri beni müthiş bağlar...
O yıllar bir ressam tanırdım gök çizmezdi
yüksek evler yapardı yitik kadın yüzleri bir gün
o kentin
-tarihsel bir kenttir-
o çarşısındaki hasır iskemleli kahvede 
onu bir cenini çizerken ağlar gördüm
bütün öğeleri belliydi ama neden gözsüz 
ama neden bir kaleden artmış kapı tokmağı gibi...
Şairler çağın adamlarıdır, yani çağın dilidirler...Çağ insanı ihata eden, şekillendiren şey... 

20 Şubat 2012 Pazartesi

İSTATİSTİK ve TOPLUM

 Film adı                         Vizyon tarihi      İlk 3 gün seyirci          Salon             Toplam seyirci-----------------1. Recep İvedik           213.02.09              1.209.453            7504.                     333.144
2. Recep İvedik   3        12.02.10                1.153.071              708                      3.325.913
3. Kurtlar Vadisi: Irak    03.02.06                1.099.219              480                      4.256.567
4. Yahşi Batı                 01.01.10                   906.663               693                      2.323.061
5. A.R.O.G                  05.12.08                    816.304               685                     3.707.086
6. Eyyvah Eyvah  2        07.01.11                   801.863                  357                    3.947.988
7. Recep İvedik              22.02.08                  791.536                   230                     4.301.693
8. New York'ta Beş Minare  05.11.10            703.330                 700                     3. 474.495
9. Kurtlar Vadisi: Filistin    28.01.11                676.198                  364                      2 .028.057
10.Organize İşler                  23.12.05            583.870                 444                     2.618.244


   Sinema istatistikleri salt bir haber olarak geçiliyor.Ancak bu istatiklerin anlamı toplulumumuz açısından ne dehşet ifadeler barındırıyor aslında.Şöyle ki; İzlenen ve hatta üç gün içerisinde milyon seyirciyi bulan filmler iki türe ayrılabilir.Birincisi ,ilk iki sırada bulunan örnekleri ile, seviyesizlik derekesinden espri ve komikliğe haiz olan komedi tarzı filmler.İkincisi ise ne idüğü belirsiz, şuursuz bir "vatan namus natali kambus" m(illiyet)çiliği ve körü körüne hamasi duyguları sömüren, bunun yanında da dini kullanan bir sözde Devlet Ana' nın sadık oğlu ve (k)ulu rollü filmler.Yüce Allah Azze ve Celle kutsal kitabına "Kematekunu yüvella leykum..." buyuruyor."Nasıl bir toplumsanız başınıza öyle yöneticiler geçer ifade-i celilesi ile ne olduğumuzu bize anlatıyor.Neyiz, nasıl bir toplumuz.Şeriat istrük, adalet isterük, Hak isterük...Peki sen bunları hak ediyor musun?
   İnsanların meşgaleleri neyse amelleri buna kayıyor.Şu halde şuur, inanç, itikat, ahiret inancı, tefekkür ve ahlak boşa çıkıyor bu toplumda.Sancağı buradan kaldıracağız battığı yerden,,de ne ile hangi toplumla.Toplumun, bu istatistiklerin nazarı itibari ile baktığımızda yaptıklarının geçim kaygısı yanında vakit ve nakit buldukça iki şey yaptığı direk göze çarpıyor.Bol kahkaha ile gülmek ve neden olduğu belirsiz bir -varda yok- devlet ve millet sevdasının hamasetini güdüyor, bununla sinirleniyor.Ne acı gerçekler.Bu genllememden istisnalar kaidei bozmaz demem hata olduğu anlamına gelmiyor ve tekerrür ile bir defa söylüyorum istisanları ayıklamak gerek...


Ebubekir Turab

15 Şubat 2012 Çarşamba

BEN BİR EŞEĞİM


Yoğun talep üzerine kişisel gelişim kitapları alacağım kendime. Etkili insan olmanın en etkili 7 özelliğini öğreneceğim. Konuşmak nasıl olur, kavrayacağım. Sosyalleşeceğim hızlı adımlarla. Sonra hepinizle iletişime geçeceğim. Buluşup bir cafeye gideceğiz. Size sabah evden nasıl çıktığımı yolda gelirken neler yaşadığımı anlatacağım. Belki denk gelmiştir, ‘komik’ anılarımdan da bahsedeceğim. Hepinizi güldüreceğim. Referandumla ilgili espriler yapacağız. Sonra çok yedik yürüyelim diyip kalkacağız cafeden. Birlikte vitrinlere bakacağız. Hangi mağazalarda indirim var tespit edeceğiz. Geçenlerde aldığınız ayakkabı ve çanta üzerine kafa yoracağız bir müddet. Ben size şahane tavsiyeler vereceğim. Sorduğunuz her sorunun cevabını, anlattığınız her olayın yorumunu bende bulacaksınız. Hepinizle diyalog halinde olacağım. Her ne olursa olsun sürekli konuşacağız. 

Hiç canınız sıkılmayacak bu yüzden. Hangi dersleri seçeceğimizden konu açılacak. Hangi hoca neden iyi neden kötü enine boyuna tartışıp bir karara da varamayacağız. Ağır gelecek bu konular, çok temiz geyik yapacağız. İlyasovanın basketlerini anlatacağım size. Dizilerdeki akıl sır erdiremediğiniz olayları çözüp, önünüze sereceğim. Geçen gün ne oldu biliyor musun girişli metinlerden yığınla alıntı yapacağım. Kahkahalar pat pat pat kafamıza düşecek. Ben su molası vermeye niyetlendiğim anda nöbeti başka bir arkadaşımıza devredeceğiz ki istanbulda kimse kalmadı mı be demesinler. 

Etrafımızda kimin çenesi kapalıysa dilini demir mengeneye koyup, sıkacağız. Onu ortaçağın karanlığından çekip, yüzyılımızın flaşıyla aydınlatacağız. Molalar dışında ben sürekli konuşuyor olacağım. Harika bir dil ve üslupla. Bahsi edilen hemen her konuda fikrimi çatır çatır söyleyeceğim. O gün ilk defa karşılaştığım sizlerin kıymetli arkadaşlarıyla da çok iyi vakit geçireceğim. Çok alçakgönüllü ve sıcakkanlı davranacağım. Böyle lokum gibi bir şey olacağım. Herkes arkamdan ne kadar cana yakın ve sempati duyulan biri olduğumdan bahsedecek. İnsan olacağım insan. 

Akşam eve döndüğümde facebooka girip, gün içindeki makul davranışlarınız üzerinde hepinizi etiketleyeceğim. Sizi öyle iyi ifade edeceğim ki kendinizi es geçip, beni daha çok seveceksiniz. Bildirim yağmuruna tutacağım hepinizi. Duvarlarınızda kelebekler uçuracağım. Siz daha çok seveceksiniz beni. Hem ben hepinizi, yaptığınız her işi beğeniyorum zaten. Böylece bir gün içerisinde size duyduğum bütün samimiyeti en inandırıcı, göze en hoş gelen mavi sayfalarda ifade etmiş olacağım. O kitaplar sayesinde dilinize, insan ilişkilerindeki tutum ve davranışlarınıza hakim olabilme fırsatı elde edeceğim. 

Facebooktan o gece çıkış yaptıktan sonra bilgisayarı sırtıma atıp, odama gideceğim. 13. Kattan aşağı bakacağım. Önce bilişimteknolojisini sallandıracağım. Sonra beni kabız eden bir türlü geliştiremediğim kişiliğimi lodos olarak penceremden salıvereceğim. Son olarak gün içinde katlettiğim bütün kelimeleri kapımızın önüne kusacağım. O pisliğe basmamak adına da bir daha evden çıkmayacağım. Şimdi yüksek müsaadenizle böyle bir günü yaşanmış olarak kabul ediyorum. Sizinle KONUŞMAK zevkti. Ama eşekler sadece yük taşır ve iyi bakarlar. Baktım, aranızda hiç eşek yok.

Zeynep TURAN

KAVRAMLARIN DİYALEKTİĞİ

   Kavramlar, olayları ve olguları anlamada ve anlamlandırmada, zihin dünyamızın derin ve karmaşık dehlizlerinde cereyan eden düşüncelerin anlamlı bir bütün halinde algılanıp eyleme dönüştürülmesi noktasında hayatımızı kolaylaştıran, pratik çözümlemeler formunda oluşmuş birtakım isimlendirmelerdir. Günlük yaşantımız esnasında düşünerek, görerek, işiterek insanlarla ilişkide bulunarak kullandığımız bu kavramları, sembolleri ve isimleri çoğu zaman gerçek anlamından, ortaya çıkış amacından ve hangi problemin çözümünde kullanılmak için üretildiğinin bilinmesinden ziyade, salt bir sembol, bir slogan olarak bilinçsizce kullanırız. Halbuki her özgün kavramın -bazen bir kavrama farklı anlamlar da yüklenebiliyor- her sembolün veya sloganın ilk üretildiği aşamaya ve ortaya çıktığı zamana yapacağımız yolculukta, bu isimlendirmelerin kendilerince var olan bir karmaşayı ve eksikliği giderme güdüsüyle, bir değer oluşturma veya bir sorunun çözümlenmesi için üretilen düşünsel ve bilişsel çabanın bir ürünü ve çözüme yönelik ortaya çıkan sonucun bir ifadesi olduğunun farkına varırız. Bu bilişsel eylemler kullanılarak bir düşüncenin, bir kavramın ya da bir sembolün amacını, nasılını, niçinini kendi içindeki dinamikleri ve yasaları arasındaki ilişkileri-karşıtlıkları fark ederek kavramın panaromik resmini çıkarabiliriz. Ama tabi bütün bunlar için hafiften bir düşünsel çabanın içerisine girmeliyiz.

   Buradan hareketle 'Hukuk' kavramının diyalektiğini ele alalım. Hukuk denildiğinde çoğu kişinin aklına ilk gelen; mevzuattaki yani herhangi bir otoritenin, herhangi bir zamanda ortaya koymuş olduğu yürürlükteki kurallar ve yasalar zinciri gelir. Fakat bunların gerçek bir hak ve adalet anlayışına hizmet ettiği her zaman söylenemez. Halbuki hukuk kavramı, isminin de kökünde olan “hak” anlayışının bir tecellisidir. Her hak sahibine hakkının verilmesi, adaletin tesis edilmesi, eşitliğin sağlanması, terazinin kefelerinin denge konumundaki denklik durumunda olmasıdır. Bunun için ortaya çıkmış bir kavramdır. Bu anlamda 'İslam' dendiği zaman yine müslüman olduğunu düşünenler de dahil olmak üzere insanların ekseriyetinde ya bu kavramın sadece beş harften oluşan isim hali zihinlerde geleneksel ritüeller eşliğinde anlamsızca algılanıyor ya da birtakım önyargılarla ve manipüle edilmiş düşüncelerle yanlış algılanabiliyor. Oysa bu kavramın diyalektiğini, nasıl bir bilişsel durumun ifadesi olduğunu anlamaya yönelik hafif DÜŞÜNce’yi harekete geçirirsek, 'İslam' denildiğinde karşımıza sadece mensubu bulunduğumuz Din'in yalın bir ismi değil, bilakis bu dinin temel kaidelerinin ve gereklerinin de içinde yer aldığı kapsamlı bir kavram çıkacaktır. İslam kelimesinin Arapça kökünü incelediğimizde; İslam : Teslim , bununla birlikte selamet ve barış gibi anlamları da içerisinde barındıran zengin bir kavram olduğunu göreceğiz. Teslim, yani insanın, kendi yaratılmışlığı, acizliği, zayıflığı, ölümlülüğü karşısında; Büyüklüğü, yüceliği, kuvveti ve kudreti ile her şeyin kendisine muhtaç olduğu Yaratana teslim olması.. İnsanın içindeki dünya hırsını, kibri, ihtirasları ve kirli hesapları terk ederek Alemlerin Rabbine teslim olması...işte düşünerek elde edilebilecek bir kavramın kuşatıcı ve derin anlamları.

   Bunun gibi her kavramın zahirdeki ifadesinden çok o kavramın içinde barındırdığı anlamları, varlık gerekçelerini, uygulanabilirlik ve sürdürelebilirlik iddiasındaki temel işleyiş esaslarını bilerek kavramları ezberci kalıplardan düşünsel ve bilişsel boyuta taşıyabiliriz.Yine Matematik, fizik ve Geometri gibi soyut düşünce tarafı ağır basan ilimlerin mevcut eğitim sistemindeki okullarda öğretiminin salt ezberci mantıkla belli kalıpların ezberletilmesiyle değil, bunların ne işe yaradığı ve hangi amaca hizmet için üretildiğinin üzerinde durulması gerekir. Bunların günlük yaşamda karşılığı olan, Eşyanın varlığı, miktarları birbirleriyle olan ilişkileri, alanları, oranları, olasılık ve mukavemet durumlarını araştırarak soyut düşünceyi geliştiren, analitik derinlik kazandıran, insan beyninin en ince kıvrımlarını harekete geçiren, mevcut potansiyelini kullanmaya iten, kişinin kendisini geliştirerek pratik bir zekaya sahip olmasını öğütleyen yöntemlerin kullanılması, öğretilmesi gerekir.
Yine buna benzer sosyal, siyasal, iktisadi konular gibi birçok konuda karşılaştığımız kavramların etiketleri ile ezberlenip , muhteviyatının bilinmemesi çoğu zaman bu kavramların yanlış anlamda kullanılmasına veya içlerinin boşaltılmasına neden olmuştur. Bunun içindir ki bir düşünsel sistemin, bir değerin kurgulanış ve işleyiş esaslarının kısaltılmış, damıtılmış halini karşılayan bu ifadeler özgeçmişinden bağımsız olarak değerlendirilmemelidir. Çünkü bir kavramın diyalektiği o kavramın mutfağıdır. Uyulması gereken prensipler zinciriyle işleme tabi tutularak bir üretim süreci sonunda ortaya çıkan değerlere verilen bu kısa ve öz tanımlamalar, daha sonra sanki gökten düşmüş hazır birer ifadeymiş gibi algılanan ve kullanılagelen beynelmilel sloganlar haline dönüştürülmemelidir.

   Hafif DÜŞÜNce kıvılcımları ve hafif araştırma, inceleme ve muhakeme dürtülerimizi harekete geçirip kavramların diyalektiğine yönelik hafif bir derinlik kazanarak bunların temel prensiplerini kavrayabiliriz. Böylece kendimizi ve evreni bilme noktasında Rabbimizin buyurmuş olduğu gibi “akletmez misiniz, düşünmez misiniz, tefekkür etmez misiniz, temiz akıl sahipleri için nice ibretler vardır” hitaplarına uyan bir çaba içerisine girerek hangi kavramın doğru ve geçerli hangisinin eksik ve yetersiz olduğunu kavrama noktasında gerekli donanıma sahip olabiliriz.

   Kavramları, olguları ve olayları anlamada ve anlamlandırmada hafif DÜŞÜNce den hareketle kavramların muhteviyatına yoğunlaşıp hafif düşünce projektörlerimizi bunların üzerine tuttuğumuz zaman göreceğizki kavramların oluşma süreci, öncesi ve sonrası ile ortaya çıkacak bununla beraber anlam karmaşaları, muhtemel yanlışlar ve yanlış anlamalar kendiliğinden çözülecektir. Böylece herhangi bir kavram hakkında eldeki verileri kullanarak onu nasıl değerlendireceğimize dair bilgi sahibi olacak ve ona hakettiği değeri vermiş olacağız. 
   Öyleyse buyurun hafif DÜŞÜNce’ye…

Turgay GENDE

ÖZLEDİĞİME


fena bir boşluktayım.
o kadar fena bir boşluktayım
ki uzatılan ellere bile,
yetişemiyorum.
nerden bilebilirdim,
yokluğun bu kadar derinden vuracak.
hani zaman her şeyin ilacı...
ya bırakın ulan.
ne büyük bir yalan.
yokluğun kapan.
hayallerim kapandaki peynir.
bense peyniri kapmaya çalışan fare.
daha ne çok özleyeceğim seni?
ANNE...



TAAB-I DİMAĞÎ

KISA BİR HİKÂYE

Fatih’i bir anda buhranlar sardı… Ne yaptıysa bir türlü kurtulamadı bu buhranlardan… Ne kadar zihnini başka yöne çekmeye çalışsa da buhranlar izin vermiyordu kendisine… Biraz rahatlamak için kendini dışarıya attı… Artık ayaklarına yön veren kendisi değil ayakları kendinse yön veriyordu… Bir anda durup etrafa baktı… Acaba nereye gelmişim… Ayaklarım beni nereye sürüklemiş diye… Ayakları sahil kenarına fırlatmıştı kendisini… Takati kalmamıştı yürümeye… Takatini kesen yorgunluğu değil kendisini saran buhranlardı… Denizi seyretmeye başladı… Denizi düşündü aynı zamanda… İçinden kim bilir kendisini saran buhranlardan kurtulmak için derdini, tasasını, sıkıntısını dökmüştü denize diye geçirdi… Kaç kişi için sırdaş olmuştu bu damlalar… Öyle bir sırdaş ki kimseye açık vermeyen bir gibi tanımladı denizi o zaman… Fatih bunları düşlerken, deniz kendisine seslenir gibi oldu… Tasasını anlatmasını istedi sanki bir anda Fatih’ten… Ya da Fatih öyle zannetmişti… Ama Fatih dayanamadı artık ve başladı içini sırdaşı denize dökmeye… Güncesine başladı…

İstanbul’a bu sabah geldim. Ramazanı İstanbul’da geçirmek istedim. Biliyor musun ey deniz bu benim İstanbul’a ilk gelişim. Önceden babam anlatırdı İstanbul’u. Muazzam bir şehir derdi İstanbul için. Üç medeniyete başkentlik yapmış ve sanatçıların kalbini çalmış derdi. Kimler şiirlerinde İstanbul’u anlatmamıştı ki… Mehmet Âkif’ten Necip Fazıl’a, Sezai Karakoç’tan Taab-ı Dimaği’ye kadar birçok şair anlatmıştı İstanbul’u… Bende hep merak ederdim şairlerin şehrini. Hele birde ramazanını anlatırdı babam, İstanbul’un. Babamın bunları anlatması üzerine gelecek ramazanda İstanbul’da olmayı ümit ederdim. İşte bu ramazana kısmet oldu İstanbul’a gelmem. Oruçlu kişiler görecektim. Kâfilerlerin Müslümanlardan gizli yemek yediğini görecektim. Lokantaların “iftara kadar kapalıyız” yazılarını görecektim… Camilerin sabahları tıklım tıklım olacaklarını görecektim… Birbirine tebessümle yaklaşıp yardım eden insanlar görecektim… Hayırda yarışan insanlar görecektim… Hele bu ağustos sıcağında insanlarda sabrı görecektim. Almanya’ya gittiğimde bunları anlatacaktım arkadaşlarıma, babamın bana anlattığı gibi… Bir İstanbul diyecektim ve ardından ah bir daha görsem diyecektim… Dostlarım dualarında İstanbul’u görme isteklerini ayıracaklardı… İşte bunları hayal ediyordum gelmeden önce, uçakta iken… Ama gel gör ki hayalde kaldı bunlar… Babamın anlattığı İstanbul artık yoktu… Müslümanım diyenlerin oruçlu biri var mı yanımda hissiyatına kapılmadan şakır şakır içtikleri suları mı anlatayım sana ey deniz, yoksa kahve önlerinde tüttürdükleri sigaraları mı? Hangisini söyler misin ey deniz hangisini anlatayım… Lokantaların dışarıya masa atıp servis açmalarını mı anlatayım. İşte görüyorsun ey deniz babamın anlattığı İstanbul’dan eser kalmamıştı şimdi. Keşke İstanbul’a gelmeseydim de küçükken hayalimde canlandırdığım o şehirle yetinseydim. Keşke burada Müslümanların Müslümanlıktan bihaber olduklarını görmeseydim. Birde biliyor musun ey deniz...? Tutmayanlar kendilerine bir ramazan fetvası uydurduklarını… Birde bunun yanında her yerde ramazan eğlenceleri şeklinde afiş asmışlar. Haklarıda var gerçi (!) tıka basa yedikleri öğle yemekler ve güneşin altında oruçluların gözü önünde şakır şakır içtikleri sular sonucunda yorulmuşlardır. Bu yorgunluklarını atmaları gerekir, bunun içinde akşam eğlenmeleri gerekir… Takva ayını eğlence ayına çevirmeleri gerekir… Yazık ey insanlar yazık… Babamın İstanbul’unu ne hale getirdiniz. Anlaşılan sadece mücahitlikten müteahhitliğe soyunmamışsınız, müteahhitliğin yanında birde eğlence insanlığına soyunmuşsunuz… Elveda İstanbul elveda… Duy beni ey deniz duy… Soyadım gibi kartal olup uzaklaşmak, geldiğim yere geri gitmek istiyorum… 


İşte böyle bitirmişti güncesini Fatih Kartal ve soyadı gibi kartal olup gitmişti bu şehirden… Gerçek İstanbul’dan hayalindeki İstanbul’una doğru…



Katre-i Kulûb

TÜRK BİLİM ADAMI FUAT SEZGİN


Okumuşsunuzdur  bir yerlerde veya duymuşuzdur birilerinden; eski alimlerimizin, bilim adamlarımızın veya batılı bilim adamlarının ilim öğrenmek için ne kadar çalıştıklarını ne fedakarlıklar yaptıklarını, sabırlarını ve azimlerini... İbni Sina’nın çalışmalarından dolayı nerdeyse hiç uyumaması, imam gazalinin yaklaşık 400 cilt kitap yazması, Edison un ampulü bulmak için binlerce deney yapması örnek olarak gösterilebilir. Bu insanların çalışma azmine ve özverilerine hayran olur onları örnek alırız. İşte bu karaktere sahip olan son dönem ilim aşığı bilim adamlarımızdan biri Prof.Dr.Fuat Sezgin'dir. 

Fuat sezgin dünyaca tanınmış bilim tarihi profesörüdür. Öncelikle kendisinin çalışma azminden bahsedelim biraz. Bir röportajında üniverside iken hocasının tavsiyesi ile günde 17 saat çalışmaya başladığını ve bu durumun 70 yaşına kadar sürdüğünü söylüyor. 70 yaşından sonra ise çalışma saatini günde 13 saate düşürmüş.Ayrıca kendisi bilim tarihi ile ilgili herhangi bir belge duyduğu zaman dünyanın neresi olursa olsun oraya gider ve o belgeyi incelermiş. İnsanı hayrete düşüren en önemli özelliği ise 27 tane dil biliyor olması. Çalışmalarının en büyük iki eseri ise: İslam da bilim ve Teknik isimli bilim tarihi kitabı (13 cilt) ve islamda bilim ve teknoloji tarihi müzeleridir. (İstanbul Gülhane ve Almanya Frankfurt) Fuat Sezgin bu çalışmaları ile dünyada göğsümüzü kabartan örnek alınası bir şahsiyettir. 



Kısaca hayatı:

24 Ekim 1924’te Bitlis’te doğdu. 1943-1951 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü’nde İslami Bilimler ve Orientalistik alanında öncü bir yere sahip olan Alman orientalist Hellmut Ritter (1892 - 1971)’in yanında öğrenim gördü. Hocasının, bilimlerin temelinin İslam bilimlerine dayandığını söylemesiyle bu alana yöneldi. çalışmalarına devam etti ve doçent oldu.

27 Mayıs 1960 askeri darbesi sırasında üniversiteden uzaklaştırılan ve 147’likler diye bilinen akademisyenler arasındaydı. 1961 yılında Almanya’ya giden Fuat Sezgin Frankfurt Üniversitesi'nde önce misafir doçent olarak dersler verdi. 1965 yılında Frankfurt Üniversitesi’nde profesör oldu. Çalışmalarına burada devam etti ve şu anda Goethe üniversitesi İslam Bilimleri Enstitüsü başkanıdır. 

Fuat Sezgin bilim tarihimizin bilinmeyenlerini ortaya çıkarmıştır ve batı karşısında bilimde sözde ezikliğimizi (özellikle geçmiş için) ispatları ile bertaraf etmiştir.Kendisinin İslamda bilim ve teknik kitabı 5 cilt olarak kültür bakanlığı tarafından Türkçeye çevirilmiştir. Bu kitapta Amerika’nın Müslümanlar tarafından keşfedildiği gibi birçok gerçek belgelerle ispatlanmıştır. Bu konuyla ilgili şöyle söylüyor: 'Batı medeniyeti İslam medeniyetinin çocuğudur.'

Kendisi bilime olan katkılarından dolayı birçok önemli ödül almıştır. bunlardan bazıları: Almanya üstün hizmet madalyası, Türkiye bilimler akademisi şeref üyeliği, İran islami bilimler kitap ödülüdür.
Böyle insanlarda var ülkemizde... 

Ömer Ali